Uzun zamandır aklımın bir köşesinde duran yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum; Yazıma kendimden bahsederek başlayacağım hiç aklıma gelmezdi ama kısmet böyleymiş diyelim. Ben hayatı boyunca akademik başarısı yüzünden övülmüş ideal öğrenciler arasındaydım. Lise birinciliğim üniversite yolculuğum yüksek lisansım vs… Bizim zamanımızda okul demek sınav demekti, notlara göre sıralanmak ve değerlendirilmekti. Yüksek not almak mühim meseleydi. 99 aldıysanız ‘’100 alan var mı?’’ diye sorulurdu. Başka türlüsü düşünülemezdi.
Kaç aldın? Arkadaşın kaç aldı? Ödevin yok mu? Soruları anne babalarımızın kalıplaşmış sözleriydi. Ne yapmalıydık, nasıl davranmalıydık? Çocuklarımızı bu handikaptan kurtarmak için nelere dikkat etmeliydik?
Bu araştırmaları yaparken karşıma ilginç bir Ted videosu çıktı. Belki aramızda ismini daha önceden duyanlar vardır. Ken Robinson. En çok dinlenen videolarından biri de, "Okullar yaratıcılığı öldürüyor mu?"
İşinin ehli bir eğitimci olarak nitelendirilen Robinson, İngiltere’de öğrencilik, Amerika Birleşik Devletleri’nde öğretmenlik yapmış. Ancak rutin öğretmenlik işleriyle yetinmemiş, eğitimin sorunlarına kafa yormuş, iyileştirmek için çözümler üretmiş ve geliştirdiği çözümleri uygulamış bir eğitimci.
Robinson, eğitim manifestosu niteliğindeki kitabında okulların yaratıcılığı öldürüp öldürmediğini sorgular. Klasik eğitim sistemini şu cümleleriyle eleştirir; “Bugünkü eğitim sisteminde başınıza gelebilecek en kötü şey hata yapmaktır. Ancak şunu herkes bilir; hata yapmaya hazır değilseniz, asla orijinal bir şey üretemezsiniz.”
Picasso’nun çok inandığım bir lafı vardır; “Tüm çocuklar sanatçı doğar. Mesele büyüdüğün zaman sanatçı kalabilmektir. Çocuklar yetişkinliğe geçince hata yapmaktan korkar hale geliyor ve yaratıcılıklarını kaybediyor. Aslında doğuştan gelen yaratıcılık eğitimle yok ediliyor.”
Kitabının başka bir bölümünde şöyle devam eder; “Kamu eğitiminin amacı herkesi profesör yapmak. Onlara saygı duyuyorum, ben de üniversitede profesörlük yaptım, ama bu sadece bir hayat biçimi. İnsanlığın vardığı en üst nokta değil… İnsanları akademik olarak eğitmeye öncelik veren bu sistemin kökeni 19. yüzyıla dayanır. O zamanın en büyük amacı ise sanayi devriminin ihtiyaçlarını karşılamaktı. Şu anki eğitim sistemi, insanları tamamen üniversiteye hazırlayan uzun bir maraton gibi. Sonuç olarak, birçok olağanüstü yetenekli, akıllı ve yaratıcı insan, öyle olmadıklarını düşünüyor. Çünkü okulda iyi oldukları şeylere değer verilmiyor ya da yetenekli oldukları alanlar dışlanmalarına neden oluyor. Bu düzenin değişmemesi halinde, bence insanlığın kaybedeceği çok şey var.”
Sözleri Robinson’un ‘’Yaratıcı Öğrenciler’’ kitabından kesitler.
Üç oğlum var biri 16, biri 11, diğeri de 10 yaşında. Tahmin edersiniz ki ilgileri ve yetenekleri bambaşka. Bu durum bizim hayatımıza zenginlikleri de beraberinde getirdi doğrusu. Zaman zaman eski eğitim kalıplarımla onları yönetmeye çalışsam da çoğu zaman kendimi tuttuğum çok anım oldu. Okul öncesi dönemle başladığımız eğitim yolculuğumuz büyük bir keyifle devam ediyor. Kimi zaman satranç okulunun, kimi zaman futbol müsabakasının, kimi zaman gitar kursunun, kimi zaman da resim kursunun yolunu tuttuk. Yaratıcı yazarlık çalışmasına giderken menekşe ekme etkinliğinde bulduğumuz da oldu kendimizi. Uçurtma şenliğine giderken yuvarlanıp ambulansla hastaneye gittiğimiz de.
Şimdi Bilsem’e gidiyorlar, Deneyap teknoloji atölyelerine katılıyorlar. Satranç turnuvalarına katılıyorlar. Resim yarışmalarına resimlerini yolluyorlar. Teknofest’te proje hazırlıyorlar. İngilizce, matematik olimpiyatlarına hazırlanıyorlar. Konserde gitarist olmayı planlıyorlar. Yapay zeka firmasında stajyer lise öğrencisi olarak çalışıyorlar. Nasıl mı oldu tüm bunlar?Onların yaratıcılığını öldürmemek için onlarla beraber aşağıdakileri uygulamaya çalıştık. Biz yapmaya çalıştık belki istifade edenler olur diye sizlerle de paylaşmak istedim.
Ebeveyn olarak mümkün olduğunca sizin değil onların ilgi alanlarına yönelik veri biriktirmelerine yardım edin. Onlar zamanı gelince bu verileri çok iyi kullanıyorlar. Biz dinozorları araştırdık, dinozor belgeselleri, filmleri izledik. Blender’daki ilk tasarımı dinozor oldu.
İlgi duydukları alanları bir fırsat avcısı gibi değerlendirin. Büyük oğlumun yazılımla tanışması BTK Akademinin eğitimlerini keşfetmemizle başladı. Bilgisayar oyunlarının en iyi rakibi oldu kısa zamanda.
Kendilerini zayıf hissettikleri konularda görev almaları gereken durumlarda ‘acaba mı?’ diye düşündükleri zaman arkalarından hafif itekleyin. Bu onları cesaretlendiriyor. Gitara başladıkları dönemde acaba kulaklarıma pamuk tıkayıp gezsem mi dediğim anlarım oldu, ama şu an ‘’hadi biraz çal lütfen’’ diye peşlerinde geziyorum.
İlgi duydukları alanlarda onlarla beraber çalışın. Onlarla hiç başaramasam da resim yaptık. Saatlerce satranç çalıştık. Kasparov’u, Lasker’i onlarla öğrendik. Türkiye satranç milli takım seçmelerine kadar gittik.
Kendilerini başkalarıyla kıyaslamak yerine sadece kendileri ile ölçmelerini söyledik. Anne baba olarak da bunu yapmaya özellikle dikkat ettik. Yaratıcı ve başarılı oldukları konularda abartmadan onları ara ara övün. Bu onları yüreklendiriyor. Bazen de eleştiriyoruz tabi ki, ama kişiliklerini eleştirmemek için elimizden geldiğince dikkat etmeye çalıştık.
Ve bence en önemlisi bunları yaparken de tüm yakın çevremi bu konularda bilgilendirmeye çalışıyorum. Çünkü hepimiz yaşadığımız dünyanın birer parçasıyız ve birbirimizi etkiliyoruz. Amacımız doğru, dolu, yaratıcı, özgüvenli, karakteri oturmuş bireyler yetiştirmekse birbirimizin yardımına ihtiyacımız var?
Hadi işe koyulalım o zaman ne dersiniz?